Photobucket

Aktütün Şehitlerimiz

15 Ekim 2009 Perşembe

Read more...

Şehitler Ölmez

Read more...

Şehitler ağlıyor bu gece

Read more...

BENİM ŞEHİDİM

Tüfeği, bayraği tutar elinde
Vatan için ölmüş, benim şehidim.
Süngüsü elinde, hain peşinde
Vatan için ölmüş, benim şehidim.

Kurşun değmiş bedenine tenine
Mayın değmiş ayağına eline
Hainleri sürmüş Irak yönüne
Vatan için ölmüş, benim şehidim.

Aksada gözlerinden, damla yaşlari
Şehit olmuş kendi arkadaşları
Dikilmiş üstüne mezar taşları
Vatan için ölmüş, benim şehidim.

Vücudu boyanmiş al kana
Canım feda olsun demiş vatana
Şehitlik şerbetini içmiş kana kana
Vatan için ölmüş, benim şehidim.

Aglarim şehide, gözyaşım dinmez
Şehidin hayali gözümden gitmez
Üç beş çapulcuya, vatan verilmez
Vatan için ölmüş, benim şehidim.

Kanlı hainleri kimler besliyor ?
Bu vatanı bölmeyi kimler istiyor
Şanli Türk Ordusu hızı kesmiyor
Vatan için ölmüş, benim şehidim.

Türk Ordusu Diyarbakır düzünde
Mehmetçiğim gezer hain peşinde
Mayın parçaları, güzel yüzünde
Vatan için ölmüş, benim şehidim.

Bakarı der, bakın ahu zarıma
Canım kurban güzel vatanıma
Tanrı`nın rahmeti kahramanıma
Vatan için ölmüş, benim şehidim.

YILMAZ BAKAR

Read more...

Şehidin Son Haykırışı: Vatan Sana Canım Feda

Şehidin Son Haykırışı: Vatan Sana Canım Feda

Mehmet Vatan'ın dağlarında bir ceylan gibi masum, bir Bozkurt kadar cesur, bir kartal kadar azametliydi.

Doruklarda karın üzerine sevda sözleri yazardı; lüks mekânlarda birbirine süslü sözcüklerle yalan söyleyen, ahlak merkezini kaybeden günü birlik ilişkilerin taraflarına inat! Doruklarda eline geçen taşlardan "Vatan sana canım feda" sözünü bir oya gibi işlerdi toprağın en mahrem yerine. O anda bir Bozkurt belirirdi uzaktan, tıpkı Ergenekon'da olduğu gibi. Mete Han'dan bir selam gelirdi gecenin en yalnızlığında, birdenbire bir destan daha manevi ufukta belirir, deli bir sevda cemrenin toprağa düştüğü gibi düşerdi yüreklere...

Gecenin en dayanılmaz anlarında yıldızlar arasında kurardı düş salıncağını; deli gönül kanatlanır uçar giderdi ana diyarına, yar evine. Onun da sevdası böyleydi; öyle ya, o hep uzaktan severdi! Kavuşacağı günü düşlerdi, kucaklaşacağı anı özlerdi. Özlem bir gerdan olur, künyesinin altından belirirdi. Bir yaşlı anası, yaşlı bir babası, gözü yollarda bir yâri, küçük bir yavrusu vardı. En son gelirken aldığı mendili, deli sevdaların yaşandığı doruklarda bir kez daha koklardı. Göğsünden çıkardığı fotoğraflara belli belirsiz bir daha bakardı. Bir zaman sonra doruklarda rüzgârın kabadayılığı, soğuğun resti, özlemin dayanılmazlığı vız gelirdi Mehmet'e! En büyük sevdası Vatan'dı.

Bu sevda ezelden ebede giden süreçte kutsal bir miras olarak yeni sahiplerini bir dağ başında, bir mezrada, bir pusuda bulurdu. Sıcak bir günde susuzluğun, soğuk bir Munzur pınarından giderilmesi gibi bir haz verirdi Vatan'ın dağlarında yiğitçe dolaşmak. Hz. Muhammed, Yavuz, Fatih, Mustafa Kemal dağın doruğunda yiğidin yanı başındaydı. İşte en deli sevdalar böyle başlardı. En güzel türküler bir dağ başında söylenir, yiğit yüreklerde sevdalar bağdaş kurup otururdu. Doruklardan uçurumlara kanat çırpan bir kartal gibi de yüklenirdi Vatan'a göz diken hainlere!
Bir dağ doruğunda, bir vadide; el tetikte, göğüs siperde Vatan topraklarında kol gezen hainlerle karşılaşırdı, akıbet şanlı Bayrağa sarılmak olsa da geri durmazdı deli sevdaların davetkâr tavrına! Yüreğindeki heyecan gözlerindeki inançla bütünleşir, "Vatan sana canım feda" nidası dua olurdu dilinde. Bir süre sonra bir sıcaklık, bir kırmızılık belirirdi ansızın. Deli bir sevdanın dayanılmazlığı baştan çıkarır, ebedi yolculuğa rüzgârsız yelken açılırdı. Kırmızı ne güzel de yakışırdı Mehmet'e! O haliyle bir nur çöker, ortaya çıkan güzellik bakanının aklını başından alırdı. Ah! Birde bu yakışıklı halini yavuklusu görseydi, bir kez daha aşık olurdu. Bu hali taş çıkarırdı popüler kültür düzmecelerinin kostümlü sahtekârlarına! Bir düğüne gider gibi ya da bir bayram sabahını karşılar gibi gülümseme çökerdi yüzüne bir dağ başında, bir kayanın kuytusunda. İşte kutsal Vatan toprağı için bir yiğit gülümseme daha yıldızların arasında yerini alır, rüzgârın atına binerek karşı tepelerde saf tutup kendisini almaya gelen ve daha önceden Bayrağa sarılıp giden yiğitlerle birlikte son ve dönülmez şanlı yolculuğuna çıkardı.

Gece dile gelir, soğuk eteklerini çeker, taş pamuk, toprak örtü olurdu o an! Sıcacık bir duygu hakim olurdu yıldızların bir yorgan gibi örttüğü, ayazın kemikleri üşüttüğü o büyülü gecede. Mukaddes bir yolculuğun öncesinde kırmızı renge boyanırdı tüm vücut. Vatan uğruna Vatan Bayrağı'nın rengi ne güzel de yakışıdır Mehmet'e. O an ağızlarda yüzyıllardır söylenen meşhur ifadeler tekrar dökülürdü bir bir: "Vatan sana canım feda!" Vadilerde, dağ yamaçlarında; köstebek deliğinin hemen yanı başında; ya da bir çeşme başında, bir dorukta silaha sarılıp toprakla sırdaş olan yiğit Mehmet, Peygamberlerin yanına göğsünde gül, yüzünde nur neşet ederek giderdi. Botun içinde günlerce kalmış ayaklar, kamuflajın markajındaki göğüs, kepin içindeki fedakâr baş bu gece buluşurdu daha önceden aynı kaderi paylaştığı gardaşlarıyla... Şehitlerin toyuydu o an! Bağdaş kurup otururlardı Şırnak kırsalında; Bingöl'den Van'a giden o yolda!

Bu esnada bir kuş havalanırdı Tendürek Havzası'ndan; bir feryat duyulurdu Gabar Dağı'ndan; bir onurlu haykırış karanlıkta aydınlatırdı Bingöl kırsalını! Nurlu bir gülümsemeyle dile gelirdi Munzur etekleri. Bitlis'in gözleri dolar, Cudi'nin yüreği titrer, Diyarbakır'ın surları ağıt yakardı. Sessizce havalanan bir kuş, kurumuş bir dalın kenarına utangaç bir halde konardı. Böylelikle toprak kokusunun barut kokusuyla karıştığı nurlu bir gecede Mehmet'in oğlu öksüz kalırdı!

Bu topraklar şehide alışkın, şehitler bu toprakların içinde; hep öyle olmadı mı? Birileri toprak oldu, birileri Beyoğlu gecelerinde kendinden geçti. Gece kulüplerinde DJ'ler kaybettirdi ahlaki yörüngeyi!

Tendürek Havzasından havalanan bir kuş bir evin penceresine kondu. Son bir selam getirdi uzaklardan. Bundan sonra her şey herkesin bildiği gibi: Ayşe ana ağladı, Fatma bacının yüreği yandı, gözler bulut oldu sağanak halinde yağdı. Küçük Emre al Bayrağa sarılı babasına selam durdu, el salladı; sanki tatile ya da işe gidenin arkasından sallar gibi! Ama bu son yolculuktu; öyle bir yolculuk ki; bir daha tekrar gören ya da gelen olmayacaktı; en azından şimdilik! Yarım kaldı sevdalar, kavuşmalar; baba diyen dil, çocuğum diyen içten duygulu sesleniş!

Ey gidi Tendürek, Cudi, Gabar ey! Sizinle kavuşuldu özlemlere, sizde yaşandı en deli sevdalar; kurşun ninni gibi gecenin sessizliğini bozarken hoyrat akşamlardan kalma bir sigaralık sohbetin meftunu oldu kahraman Mehmet! Öyle akşamlar olurdu ki, o son yolculukta el sallayan yavrunun selamını getirirdi karşı tepelerden esen rüzgar! Kekik kokusunun şenlendirdiği bir cengin öncesinde "Ya Allah Ya Bismillah" nidalarıyla bozulurdu gecenin sessizliği! Bu arada bir tavşan titrer, bir tilki ininde ürperirdi. Gecenin en zifiri anında karşı tepede nurlu bir kalabalık, az sonra yanlarına gelecek yiğitleri beklerdi. Kocaman gövdesiyle toprağa düşen Mehmet bir papatyaya bakardı! Sıkıca tutardı papatyayı; tıpkı yavuklusunun elini tutar gibi! Ansızın, ertesi günü selam durarak son yolculuğuna uğurlayacak olan yavrusunun yüzü belirince gökyüzünün derinliğinde, sessizce gülümser, bir damla gözyaşı papatyayı tutan elinin üzerine düşerdi! Yine bir kuş havalanırdı Gabar'dan, Cudi'den, Bingöl kırsalından... Toprak kokusunun kekik ve barut kokusuyla bütünleştiği sevda akşamlarında yanık bir ses yankılanırdı karanlığın ta içinden! Taze umutlar başka bir bahara kalır, başka bir baharda çiçekler tomurcuklanırdı; El sallayan yavru, ağıt yakan Ayşe ana, baharında yüreğine kar düşen Fatma bacının ümitleri asılı kalırdı Vatan toprağının en kutsal mahreminde. Öyle ya; gecenin karanlığında ninni gibi gelen bir kurşun pamuk bir yüreğe düşmüştü. O sırada, bir derenin kenarında bir vahşi hayvan kulaklarını dikerek gökyüzüne yükselen nura bakmıştı... İşte bir sevda daha yaşanmıştı o an bir dağda, bir mezrada, bir dar geçitte; ya da ansızın ortaya çıkan hain bir mayının tam ortasında!

Ne mutlu, ne mutlu sana gözü yaşlı Ayşe ana, ağlama artık sil gözyaşlarını.

Belki yıllar önceden kundakta ağlayan yavrunu görüyorsundur hayalde! İşte o bebek kendi bedenini çiğneyerek feda eyledi kutsal Vatana kendini. Mehmet kırmızıyla buluşmuş üniformasıyla Peygambere komşu oldu. Mehmet ki; çağ açıp çağ kapayan bir neslin bu yüzyıldaki hilal bakışlı temsilcisiydi. Ne güzel bakışı vardı giderken heyhat!

Ağlama artık, kalk yerinden Fatma bacı, hilalin zaferine şaşakalmışların bozgunudur dağ başındaki o nurlu gece! Haydi kalk yürü Emre, sende Asım'ın neslisin, yiğit Babana gökte dardır yerde! Yiğit Mehmet Türk milletinin şanlı Bayrağına renk veren bir Alperen, son nefesinde bile "Vatan sana canım feda diyen" bir kahraman... Kahramanlar vurulunca değil, unutulunca ölürler!
Kahramanlar hepinizin önünde tazimle eğiliyorum, ruhunuz şad olsun!

Read more...

About This Blog

Photobucket

  © Blogger template On The Road by Ourblogtemplates.com 2009

Back to TOP